Tuncer ERTEN

tuncererten.wordpress.com

Eylül, 2021 için arşiv

KUBBEDE KALAN HOŞ SADÂ – 1

Yaşama, gönül penceresinden bakan insanlar vardır, hepiniz bilirsiniz. Hatta perdelerini bile hiç kapatmazlar, görmek istemediklerini görseler bile… Onlar, kaderlerinin çizgilerini inadına değiştirmezler. Ama her şeye rağmen, geleceğini ummadıkları mutluluğu beklerler. Şairin sözleri, onların hayat felsefesidir sanki:

“HER MİHNET KABÛLÜM, YETER Kİ GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN…”

Zor dost olurdu Murat Kavuncu. Bu hâli, onu tanımayanlarca “kimseleri beğenmemek” biçiminde algılanırdı. Oysa güzeli beğenen, kocaman bir yüreği vardı, herkesi içine alabilen. Bu yürek, kimi zaman gül bahçesine, kimi zaman da yangın yerine dönerdi.

 Az konuşurdu Murat Kavuncu. Zihninde oluşan düşünceler, diline gelmeden önce gözlerinden okunurdu. Bu özelliği, bağlama çalarken daha da belirginleşir, tezene tutan parmaklara nazire yaparcasına, perdelerde gezinen diğer parmaklar sanki, söyleyerek eşlik ederdi.

Sakin görünüşlüydü Murat Kavuncu. Gençlik yıllarını özgürce yaşamış, mûsıkîye olan tutsaklığı, onun âsî rûhuna gem vurmuştu. Zaten, “denizler de durulmazdı, dalgalanmadan.”

İnat adamdı Murat Kavuncu. Doğru bildiği yolda, tek başına da kalsa giderdi. Bu yüzden, zaman zaman dostlarını kırdığı da olurdu. Ama bu kırgınlık uzun sürmez, duyguları inadının önüne geçerdi.

Meraklıydı Murat Kavuncu. Aklına takılan her şeyi araştırır, bulurdu. Bunun için de emeğini hiç esirgemezdi. Bir gün, “mavi gül olur mu Hoca?” diye sordu. Kendisi de bilirdi mavi gülün olmadığını. O halde “Gesi Bağları’nın gülleri mavi” olmamalıydı. Yöresinde, günlerce araştırma yaptı ve nihayet doğru olanı buldu: “Gesi Bağları’nın gülleri hâri” idi. Yâni hâr olmuş, dökülmüş, dikeni kalmıştı. Bu hüzünlü öykünün gülü, böyle tarif edilmeliydi.

Bağlamada üstâddı Murat Kavuncu. Kendisine özgü bir tavrı vardı. Elini aldığı Emmi gibi, o da nota bilmezdi. Nota bilip bilmediği sorulan Emmi’nin verdiği nükteli cevabı, kendisini de mâzur gösterecek biçimde ve keyifle anlatırdı: “Yiğenim, Lota bannâyın ucudur.” Gerçekten de parmaklarının ucu, notalardan daha hassastı. Bağlamasına yaptığı değişik akortla çaldığı “Gesi Bağları” nın ağıt olduğu, dinleyenlerin gözlerinden belli olurdu.

Duygu yüklüydü Murat Kavuncu. Beynindeki bu güzel duyguları kemiren menhus hastalığın, geç farkına vardı. Önceleri umutla sarıldığı hayata, sonraları boş gözlerle bakmaya başlamıştı. Yaratandan umut kesilmezdi, ama umutlar da yavaş yavaş tükeniyordu. Koca vücut, dostlarının gözleri önünde günbegün eriyordu. Arzular, iyileşmesi doğrultusunda olsa da dualar “iki iyilik” için yapılıyordu.

Peki neyi bekledi Murat Kavuncu? Bunu, kendisinden başka kimse bilemedi. O; çocuklarının annesi sevgili eşini, on yıl önce Kurban Bayramı’nın ikinci günü kaybetmişti. Ve on yıl sonraki Kurban Bayramı’nın ikinci günü de kendisi; bu dünyaya, ailesine ve dostlarına veda etti. Hiç kimsenin, sırrını çözemediği gizli randevu gerçekleşmişti.

Özgün tavrı ve sesiyle söylediği türkü, hep kulaklarımızda ve yüreklerimizde bir “Hoş Sedâ” olarak kalacak ve onun anılarını yaşatmaya devam edecektir.

Kahpe felek değirmenin döndü mü?
Bağın, bahçen sular ile doldu mu?
Ben yaparım, sen yıkarsın bendimi,
Döne döne, nöbet bize geldi mi?

25 Şubat 2002
Tuncer ERTEN