Tuncer ERTEN

tuncererten.wordpress.com

Ceviz Oymaya Gelmiş Odama

GESİ, BÜRÜNGÜZ, BÜNYAN…Ceviz ağaçları hışıl hışıldır, ceviz ağaçları acı yeşil, ceviz ağaçları çok yapraklı. Sıra sıra ulu ulu ceviz ağaçları arasında dereler çaylar akar çokluk.

“ Cevizden konsol yaparlar.”

Vakit erişip mevsim geldi mi Kayseri ve dolaylarında cevizden geçilmez. Torba torba ceviz, çuval çuval. Aşıkla oynanır, avuç avuç atılır yalağa. Mahalle aralarında ceviz, evlerin diplerinde ceviz, odalarda ceviz. Kadınlar, kızlar, erkekler cevizden geçilmez.

Düşünüyordu Nuh: Ağası ölmüş, kızı Hayriye ortada kalmıştır. Zengin kızı halli mallı kız ortada kalır mı? Sözün gelişi işte. Etli butlu, kalın bilekli kırmızı kırmızı yanaklı bir kız. Kendinin 45 yaşında kart bir modeli olan anacığından başka, nenesi, teyzesi, teyzelerinin kızları, oğlanları vardı ya gene de söz Nuh ağanındı.Ölen adam ağabeyisi. Çabuk bir karara varmalı, ne diyecekse demeliydi. Yoksa Hayriye’yi elden kaçırdıktan başka, kızın malı mülkü de dışarıya, yabancıya gidecek, mal bölünecekti. Halbuki ağasıyla birlikte çalışıyorlardı. İşleri birdi. Mal bölünmemeli, Nuh ağa yabancının yanında işçiliğe düşmemeliydi. Karısı sordu:

-Ne düşünüyorsun ağa?..

Nuh ağa sanki binlerce kilo ağırlığın altından başını kaldırıp baktı karısına,

-Şu dedi, bizim Hayriye’yi…

Kadın asıl sebebi anlamazdan geldi:

-Neyi düşünüyorsun, düşünecek neyi var çok şükür…

Adam karısına uzun uzun baktı, sonra tane tane konuştu:

-Şükür hiçbirşeyi yok düşünecek amma…

-Amma?

Nuh ağa içini çekti sustu. “Mal dışarı gidecek, kızın kocasının yanında işçiliğe düşeceğim” demiyordu. Tam bu sırada oğlu Naci odaya deli deli girdi, çocuk yanaklarıyla…

-Baba!

Nuh ağa şefkatle baktı oğluna:

-Baba kurban…

-Dolu ceviz üttüm ha…

-Afferim benim oğluma…

Cebinden çıkardığı iri bir aşığı odanın ortasında atmaya başladı.

-Oğlum aşşık! Hı. Bu ne…O. At bi çuval cevize…Allaaah, arabım öyle gülüyor ki…Ben gidiyorum. Mahalleyi kasıp kavuracağım. Elinde aşığı fırlatıp gitti. Kadın da gülüyordu.

-Deli oğlan, dedi.

-Deli ki deli, ben şimdi bunun yerinde olmalıyım ki…

Ana bir şeyler sezerek:

-Ne yapardın, diye sordu.

-Ne yapmazdım be…dedi adam, altındaki ayağını iştahlı iştahlı değiştirerek.

-14 yaş, aah ah…

Aklına gelip oturmuş fikirleri söyleyemiyordu. Kadınsa bilip duruyordu. Gene de:

-Bu daha deli dolu eversen avradı koyup ceviz oynamaya gider. Evermezsen…

Lafın ardını getiremedi. Everseler de evermeseler de ceviz, çelik çomak oynayacak, mahalle kavgalarında yün sapanını kaptığı gibi mahallelisinin arasına karışacaktı.

Nuh ağa içini derin derin çektikten sonra,

-Halbuki, dedi…istese…Ah bir istese halbuki…

-Ne olurdu?

-Zengin olurdu zengin.

-Nasıl?

-Nasıl olacak sarılırdı mallı mülklü bir kahpe dölüne, hem kendi hem biz. Bu yaştan sonra el kapılarında işçilik yapabilir miyim? Bir insan evladı ne için ister? Kara gününde elinden tutsun diye.

Kadın iyiden iyiye anlamıştı kocasının maksadını. Üzerine bastı:

-Peki uzağa ne gidiyorsun, alsana oğluna kardeşinin Hayriye’sini.

Nuh ağa karısına, gizlemeye çalıştığı bir sevinçle baktı. Kadın essah mı söylüyordu, yoksa ağzını mı arıyordu? Ne de olsa el kızı. Essahtan taraftar olduğunu bilse külahları havaya atar, hemen şimdi kalkıp giderdi, rahmetli anasının dul avradının yanına, isterdi yeğenini oğluna. İsterdi ya acaba essah mıydı karısı?

-Olmaz, dedi.

-Nedir olmayan?

-Birbirlerinin dengi değiller.

-Aman sen de den de neymiş?

-Avrat essah gibiydi.”Ulan afferim avrat sana be” gibilerinden iç geçirdi.

-Kız 22’sini bitiriyor, bizim hayta daha 14’ünde, çocuk daha. Avrat kıymeti mi bilebilir?

-Bilip de…

-Oğlum onun yanında sabi.

-Daha iyi hem avratlık hem de analık yapar.

-Beş on sene sonra ya?

-Oğlan iyice gelişir, kız kocar, oğlan mala mülke konar da işleri ele alırsa, varsın beş on yıl sonra da oynaş tutsun kendine, erkeğin elinin kınası. Ayıp mı? Daha senin 60’ından sonra azan emmin. Benim dayım avradından on yaş küçük. Hadi hadi, düşünme, kızı isteyip duruyorlar vallaha anası verir de mal mülk kanatlanıp kuş gibi uçar, elimizi çabuk tutalım.

 

…………………………….

 

Öte yandan Hayriye, komşu kızlarıyla beştaş oynuyor, bir yandan da deli deli söyleniyordu:

-Anam beni turşu kuracak.

Etli kocaman avuçlarıyla yerden toplayıp alıveriyordu beş olgun cevizi, saçıyordu yere. Sonra cevizlerden birini alıp havaya atıyor, ceviz havadan düşünceye kadar yerdeki cevizlerden sıraya biri alıp, havadan düşenle birlikte yerden aldığını kapıyordu. Yerdeki dört ceviz bu şekilde teker teker alındıktan sonra bu sefer ikişer ikişer yapıyordu aynı işi.

Kızlardan biri:

-O bu değil ya. Dedi. Senin anan isteyenlere ne diye vermiyor sanki?

Hayriye, kudretten sürmeli gözleriyle arkadaşlarına pırıl pırıl baktı. Bakışından sanki kara bir alev fışkırıyordu.

-Dedim ya, dedi. Turşu kuracak.

Bir başka kız:

-Beni isteyen olsa, benim babam hemen verirdi.

Daha başka bir kız girdi söze:

-Hayriye mallı bacım, mallı kızı kolay kolay vermezler.

Hayriye bayağı kızdı:

-Malı da batsın mülkü de yaşım 22’yi geçti, verseler de evim yerim belli olsa olmaz mı?

Kızlar başladılar matrağa:

-Kış geliyor, hazır, havalar kışlayıp da…

-Kar başlayınca lapa lapa…

En çok da ayazlarda değil mi?

Hayriye anladığı halde anlamazdan geldi:

-Ne olur?

-Ne olacak dedi bir sarışın, eloğluna sıkı sıkı sarılıp…

Kızların inceli kalınlı kahkahaları bomba gibi patladı. Sofada ipliğe ceviz dizmekte olan kız anaları huylu huylu söylendiler:

-Deeeet…

-Aşifteler…

Kırış kırış bir koca karı kızların oda kapısına geldi:

-Ne kişneyip duruyorsun kız? Utanmıyor musunuz?Sokakta dela’nlılar (delikanlılar) ceviz oynayıp yatıyor. Kişnemenizi duyarlarsa…

-Aman sende Pamuk Nene…

Pamuk Nene Hayriye’ye kızmazdı oldu bitti. Kızmazdı çünkü kız mallı Ben-allı’ydı biiir ; Babası geçen yıl ölmüş, kızını yetim bırakmıştı ikiiiii,üçüncüsü de kızın emmi oğlu Naci’ye verilmesini istiyordu.

Gene de:

-Amanı zamanı yok, namahreme sesinizi duyurmayın. Vallahi öte dünyada karışmam haa…

Kapıdan çekildi, ceviz dizmekte olan kız analarının yanına döndü. İçerden kızların kısık kısık kıkırtıları geliyordu. Kadınlarsa hem ipliğe ceviz diziyor, hem de zamanenin azdığı üzerine konuşuyorlardı.

Pamuk Nene yanlarına gelince konuşmalarını kestiler, Pamuk Nene az önce oturmakta olduğu mindere yeniden çöktü. Hayriye’nin anasına:

-Sen bu kızını ever gayrı anam.Dedi. Ever yoksa vallahi dizini döversin birgün.

“Neden,niçin” diye sormadılar. 22’sini doldurmuş bir kızdı Hayriye. Onun şimdi kimbilir kaçıncı çocuğunu emziriyor olması lazımdı. Halbuki bu kalın kolları, yüklü göğsü, kalın kalın ayak bilekleri ile kar gibi kendinden en az beş on yaş küçüklerin arasında anaç anaç dolanıyordu.

-Bir kıza on beşini aşırtmamalı.

-Ah o babası dedi. Nur içinde yatsın gene amma, her isteyeni burunladı. Ona kurtlu dedi, buna çöplü. Allah mekanını cennet etsin ama, kızım da kızım diye tutturuyordu. İşte nene iyisini bilir. Kızım, Hayriyem dedi mi ağzından beş on Hayriye daha dökülmez miydi?

Pamuk Nenenin gözleri dolmuştu yine.

-Aaah, ah dedi rahmetli damadı için. Erkeğin tekesiydi, koçuydu. Allah öyle damadı bütün kız analarına versin.  Eli açık gözü gönlü tok. Bir aldığından bir daha alır. Nedir avradım kızım ille de kızım akranı içinde mahcup olmasın, utanmasın, başkalarının öteberisinde gözü kalmasın.

-Doğru,dedi Hayriye’nin anası. İki elim yanıma gelecek, birgüne kalbimi kıracak bir tek acı söz söylemediydi. Şimdi bizim Hayriye el oğlunun elinde çok acı çekecek. Neden dersen, o bütün erkekleri babası gibi belliyor. Halbuki babası…

Kadınlardan biri:

-Kaynının oğlu Hayriye’nin akranı olmalıydı ki şimdi.Dedi.

Hayriye’nin annesi içini çekti. Pamuk nine başını salladı.

Akran da neymiş, bana kalsa bir iki demez yapar çatardım. Şunu görüyor musunuz şunu?

Hayriye’nin anası kızdı:

-Canım suçunu bana niye yüklüyorsun. Gelin kızı alın mı demeliyim? Görülmüş şey mi? Yol yoluyunan orman baltayınan. Öyle değil mi ama?

-Doğru.Dedi kadınlardan biri.

Bir başkası pekiştirdi.

-Oğlan tarafı gelip istese de kızın anası olmaz dese hadi neyse.

-Değil mi ama?

-Geldiler istediler de, Olmaz mı dedim.

 

………………………………………………….

 

Birkaç gün sonra nene Nuh ağalara gitti. Nuh ağanın karısını da pek severdi. Hani konuşkan, lafı sözü dinlenir, ekmeği yenir, abdestinde namazında bir ahret kardeşiydi.

Laf lafı, laf tütün tabakasını açmıştı. Nuh ağanın karısı pek seviyordu bu kırış kırış ama canlı ihtiyarı. Oğlan evermeleri, kız gelin etmeleri hususunda çok çerbezeliydi. Leb demeden leblebiyi anlar, herkesin müşkülüne koşardı. Kahveler içilmişti. Nene:

-Naci nerede? Diye sordu.

Nuh ağanın karısının içi hop etti. Naci’yi boşuna sormazdı o. Her halde dilinin altında birşeyler olmalıydı.

-Nerde olur o. Varsa yoksa ceviz.

Nene bayağı kızdı.

-Canım ceviz oynamakla iş mi biter? Bir parça aklını başına alsın gayri. Bak onun emsalleri, düğün dernek, adam sırasına giriyor.

Nuh ağanın karısının aklı iyice yatmıştı. Nenenin ne için geldiğine. Ama, acaba hangi kızı ileri sürecekti. Hani kızının kızı Hayriye’yi dese karının boynuna sarılır, kırış kırış falan demeden yanaklarından öperdi. Dolaylı yoldan kadını eşelemek için:

-Nerde bizde o talih nerde…dedi. Elin oğullarının başında devlet kuşu dolanır bizimkinde kuzgun, kuzgun.

Nene kızdı:

-Hadi hadi, ağzını hayra aç, neden kuzgun dolansın. Elinizi çabuk tutmazsanız, başınızdaki devlet kuşu vallaha da uçar billaha da.

Nuh ağanın karısı hayretle:

-Başımızdaki devlet kuşundan haberimiz yok

-Deli

-Vallaha yok nene, söyle de öğrenelim.

Naci odaya ceviz şakırtıları içinde deli deli giriverdi. Anasına gene yığınla ceviz üttüğünü söyleyecekti ki, gözü neneye ilişince kıpkırmızı kesilerek yanına gitti:

-Öpiym nene.

Kadının kırış kırış mavi damarları, solucan gibi, fırlayarak elini aldı öptü alnına koydu.

Nene:

-Çok yaşa,dedi. Delioğlan. Sokaklarda it kovalayıp duracağına, aklını başına al gayri.

“Ne var da” demek istercesine baktı neneye.

Nene gene hemen taşı gediğine koydu:

-Senin akranların yurt yuva sahibi oluyor.

Naci oldu bitti içerlerdi böyle laflara.

-Eeeh,dedi çıktı gitti odadan.

Ardından iki kadın bir zaman gülüştüler. Sonra gene”Devlet Kuşu”na döndüler.

-Başınızın etrafında dolaşan devlet kuşunu kışlamayın.

-İyi amma hangi devlet kuşu?

-Zihnine şöyle bin vurursan anlarsın.

-Anlamıyorum açık söyle.

Açıklayıverdi. Açıklayıvermesiyle de Nuh’un karısı sevinçten neredeyse göklere uçacaktı. Öyle olduğu halde kendini tuttu.

-İyi amma,dedi. Naci’den en az sekiz dokuz yaş büyük nene.

-Ne olurmuş büyükse?

-Naci’nin ağzı süt kokuyor. Bu deli dolu. Avrat kıymetini ne bilsin. Hem canım, anası verir mi bakalım?

-İstedin mi? Dedi nene.

-İstemedim.

-işte…

-Vallaha bizce hiç fena olmaz ama anasından çekindim. Babasına açtım oğlanın kızdı bana. Zengin kız dedi mallı menallı. Senin parmak kadar oğluna niye versinler? Emmisi değil misin dedim, zorladım, kızdı gittiydi. Ondan sonra da demek ben şimdi gidip kızın anasından…

-İste…diye emretti nene.

 

……………………………………….

 

Usulen istendi. Düşünelim karşılığı alındı. Sonra da Hayriye’nin anası, kaynıyla görüşmek teklifinde bulundu. Meşveret kuruldu, indirildi, kaldırıldı. Hayriye’yle Naci’den habersiz. En sonunda da söz kesildi.

Nişan yüzükleri takıldığı gün, yaşlı kızla gencecik oğlanı kızın süslü odasına soktular. Emmi kız emmioğluydu. Birbirlerini  tanıyorlardı ya olsun. Bu sefer başka türlü tanıyacaklardı.

Beyaz örtülü sedir üzerine yan yana oturdu kızla oğlan. Kız alıcı gözüyle bakınca emmisinin oğluna kanı kaynadı. Yaşça epey küçüktü ya sırası değildi şimdi. Geceleri karmakarışık düşler görüyor, kan ter içinde uyanıyor, yüreği uzun uzun çarpıyordu. Hamtraş da olsa erkekti. Birkaç yıl sonra sakalı bıyığı çıkar erkek sırasına girerdi. Girerdi ama niye önüne bakıp yatıyordu. Niye nişanlısının yüzüne bakmıyor, hiç olmazsa elini tutmuyordu? Kızlar neler neler anlatmışlardı halbuki. Nişanlıydı, bu yarı demek karı kocalık. Kızlara kalırsa nişanlılık daha tatlıydı. Nişanlılık ne kadar uzarsa o kadar iyiydi. Evlenince insan çoluğa çocuğa karışıyor iş güç başından aşıyordu. Halbuki nişanlılık günleri?

Bir ara baktı ki; Naci cebinden birkaç ceviz çıkarıyor. Şaştı Hayriye. Sakın, ceviz mi oynayacaktı.

-Al bu cevizleri bakalım kim kimi ütecek?

Tepesinden kaynar sular dökülen kız, lâhavle çekerek cevizleri aldı. Oğlan bir iştahlanmış, bir iştahlanmıştı ki başladılar karşılıklı aşık atmaya cevizle. Bir o ütüyordu bir o.

 

………………………………………………

 

Kızlarsa, dışardan odadan çıkmalarını bekliyorlardı. Oğlan kızdan üttüğü kendi cevizleriyle memnun, oradan sevinçle uzaklaştı. Kızlar sedire ilişmiş, melül mahzun oturmakta olan arkadaşlarının yanına girdiler.

-Ne oldu kız?

-Hayriye, ne oldu anam?

-Niye canın sıkkın?

Sonunda isteksizlikle

-Daha ne olsun,dedi. Odama ceviz oynamaya gelmiş oğlan.

Kızlar bakıştılar. Hayriye gene mahzunlukla:

-Elimi bile tutmadı, dedi.

 

………………………………………………

 

Ama Hayriye gene de nişanlısına abayı yakmıştı. Gece düşünde gündüz hayalinde. Arada bir geliyor sonra gönülsüz çekip gidiyordu. Nene:

-Daha toy diyordu. Yarın öyle bir erkek olur ki bunaltır seni.

 

……………………………………………….

 

Derken davullar, seferberlik.

Asker bayrağı da burca dikilince, Hayriye’nin ayakları suya değdi. Seferberlik, Sultanhamit askerliği bu. Gitti mi giderdi. Küçücüktü daha. Hayriye doymamıştı ki, asker etmiş götürüyorlardı Naci’sini.

Yıllardan sonra İstanbul askerliğinden terhisle dönen Naci nişanlısını unutmuş, yanında ince bacaklı bir İstanbul kızıyla dönmüştü. Yadırgı yadırgı bakmaktan, gizliden gizliden ağlamaktan başkası gelmedi elinden.

Olmuyor, eş eşini bulmuyordu. Naci koca yiğit olmuştu ama. Neydi o İstanbullu kızın kırılacak ayak inciği. Hayriye ile Naci’nin bu macerası yıllar yılı dilden dile söylendi. Birgün de bir saz şairi bu macerayı diline dolayıverdi.

 

2007

No comments yet»

Yorum bırakın